AZERBAYCAN AŞIK EDEBİYATINDA HAZRET-İ ALİ (A.S.) FAZİLETLERİNİN İRFANI VE SEMBOLİK KAVRAMLARI

Nasib GÖYÜŞOV
Prof.Dr. Azerbaycan Bilimler Akademisi. Yazmalar Enstitüsü. nesib2010@yandex.ru
*Uluslararası Türk Kültür ve Sanatı Sempozyumu, 29-30 Ekim 2020 Bildirisi

Özet

Türklerin İslamdan sonra gelişen Divan şiiri, Tekke ve Aşık edebiyatı sıkı şekilde İrfan geleneği ile ilişkilidir. İslami düşüncenin zirvesi olan irfan hayal unsuru ve sembolik ifade aracılığı ile Türk edebiyatının estetik malzemesinin büyük kısmını oluşturmaktadır. Benzer hususlar Azerbaycan Aşık edebiyatında da sezilmektedir. İrfan geneleğinde erenlerin ve Hak aşıklarının silsileleri galiba Hazret-i Ali (a.s) vesilesile Peygamber Efendimize (s) dayanmaktadır ve şu husus Aşık edebiyatı ve destanlarda daha kapsamlı ifade edilmektedir. Nübüvvet ve vilayeti kendinde birleştiren Peygamber Efendimizin (s) ilmi vehiy yolu ile Allah katından geliyorsa, Hazret-i Ali (a.s) vilayet ve ledüni ilim sahibidir. Şunu da ekleyelim ki, Hakk sevgisi Peygamber (s) sevgisinden, aynı zamanda Hz. Ali ve Ehl-i beyt (a.s.) sevgisinden ve nihayet, insan sevgisinden ayrılmaz.
Genelde Hazret-i Ali’nin makamı evliya açısından dikkatçekicidir; buna neden olan başlıca delil ise o Hazretin zatında çok sayıda faziletlerin birleşmesidir: ilim, iman, amel ve ahlak. O Hazret İslam yolunda Peygamber Efendimizle omuz omuza mücadele vermiş, şehadete erişmiş şahsiyyet olarak edebi eserlerde ve özellikle ozan-aşık edebiyatında Hakk aşığı örneği olarak zengin faziletleri ihtiva etmektedir:
  • ilim ve marifetde ehliyet sahibi
  • iman ve amelde ihlas
  • adalet ve şehamet
  • mertlik ve comertlik
  • fütüvve mesleği
Hz. Ali’nin sahip olduğu bir çok faziletlerin benzerini eski Türklerde izleyebiliriz ve bu sebepten onun siması irfani şiirde ve aşık edebiyatında yoğunlukla dikkati çekmektedir.
Sözügeçen hususlar Şah İsmayıl Hatayiden sonra gelişen Azerbaycan Aşık edebiyatında: Kurbani, Abbas Tufarkanlı, Hasta Kasım, Nebati, Aşık Alı ve Aşık Alesger gibi şairlerin şiirlerinde ve destanlarda çeşitli vasvlarla ifade edilmektedir. Burada Yesevilik ve Bektaşilikle ilgili unsurlsrın etkisini de göz önünde bulundarmamız gerekiyor.
Anahtar kelimeler: Hazret-i Ali, ahlaki-manevi faziletler, İrfan geneleği, Aşık edebiyatı, irfani ve sembolik kavramlar
MYSTICAL AND SYMBOLIC CONCEPTS OF HAZRET-I ALI’S VIRTUES IN AZERBAIJAN ASHIK LITERATURE
Summary
Turkish Divan poetry and Ashik literature after the Islam were closely connevted with Sufism and Mysticsl tradition, which contains a large part of the aesthetic essence of figurative imagination and sembolic represantation. We can find a variety of semantic and figurative-symbolic interpretations of Sufi tradition in Azerbaycan Ashik poetry.
Spiritual genealogia of all Sufi Silsilas (chain of spiritual descent) is based on mystical isnad and it goes back to the Hazret-i Ali and Hazrat-i Muhammed. Hazret-i Muhammed, who includes Prophet hood (nubuvvet) and esoteric guidance (vilayet), he receives the knowledge from Allah by revelation; but Hazret-İ Ali have guidance and esoteric knowledge. Sufi esoteric knowledge is based on spiritual enlightenment.
The virtues of Hz.Ali in mystical and Ashik tradition attracts attention as a spiritual guide (murshid) and spiritual-moral fulfillment, because in his personality were concentrated sets of virtues in excellence: faithful knowledge, belief, action and moral.
Hazret-i Ali always has been with the Prophet, fought for Islam and was martyred. The love of Divine Truth in Sufi tradition is not separated from the love of the Prophet, Hazret-i Ali and Household of the Prophet, and in the end, from love of human. Hazret-i Ali’s name symbolizes knowledge, spirituality, humanity, gnosis and love of
Divine Truth. The source of these symbols are the virtues of Hazret-i Ali:
  • connoissesur of traditional and ezoteric knowledge
  • sincerity in faith and in action
  • justness and bravery
  • manhood and genorosity (larges)
  • futuwwa (chivalry, chivalrous qualites)
These aspects have found wide expression in Azerbaijan Ashik poetry after Shah Ismayil Khatayi: Qurbani, Abbas Tufarkanli, Hasta Kasim, Nabati, Ashik Ali and Ashik Alesger. Here it is necessary take into consideration certain influence of tradition of Yasaviyya and Bektashiya also.
Keywords: Hazret-i Ali, moral-spiritual virtues, mystical tradition, Ashik literature, mystical and symbolic concepts

Giriş

İnanç ve din insanoğlunun önemli manevi-ahlaki özelliklerindendir ve bu nedenle kutsal metinlerin terbiye açısından nasıl bir yer işgal ettiğini bilmemiz gerekiyor. Çağdaş modernist düşünce paradigmasından farklı olarak, geçmişte edebi eserler estetik etki ile beraber, galiba zengin dini ve ahlaki-manevi değerler taşımışlar. Aynı zamanda kutsal metinlerin edebi eserlere has estetik boyuta sahip olmasını göz önünde bulundurursak, onlar arasında ortak hususların olduğunu da düşünmeliyiz. Şüphesiz, söz ve mana güzelliği açısından Kur’an-i Kerime benzer ikinci metin yoktur. Bu sebepten Allah kelamının belagatı mucize olarak değerlendirilmiştir. “Kur’an’ın inkârcı muhataplarını aciz bırakması, III. (IX.) yüzyılın başlarından itibaren İslam âlimlerince araştırma konusu yapılmış ve onun hangi noktalarda bunu gerçekleştirdiği üzerinde durulmuştur. İslam toplumundakı yabancı kültür ve unsurların, Hz. Peygamber’in nübüvvetini sorgulama çabalarının bu sürecin ortaya çıkmasında etkili olduğu da ayrıca söylenebilir” (Divlekci, 2016: 12).
Müslüman halkların edebiyatı uzun asırlar boyu eski inanç ve geleneklerin yanısıra, İslami kaynaklardan gelen çeşitli mazmun ve değerlerin etkisi altında şekillenmiş ve gelişmiştir. Bu  kaynaklar arasında Kur’an-i Kerim ve sünnet öncülük işgal etmektedir. Agah Sırrı Levend’in belirttiği gibi, “Ümmet çağı edebiyatı, İslam dininin ortaya koyduğu hükümlere dayanır. Eski metinlerde hemen hiç bir sayfa yoktur ki, içinde Kur’an’dan bir ayet, Peygamber’in hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşünceler bunlara bağlı olmasın (Levend, 2009: 24).
Bir hususu da zikredelim ki, Türkler’in İslami ilkelere talip olması onların eski geleneklerinde, özellikle inanış ve düşünüş üsluplarında İslamla ortak ve benzer dini ve ahlaki-manevi değerlerin yer almasıdır. Bu sebepten Türkler İslamı gönül hoşluğu ve kolaylıkla kabul etmiş, bu kültürün gelişmesine büyük katkı sağlamışlar. İslam tarihinde dikkati çeken olaylar, Hak din yolunda verilen mücadeleler, fedakarlıklar ve kahramanlıklar, özellikle Kur’an kıssalarının, İslam tarihi ve Peygamber sünnetinin içerdiği mazmunlar, aynı zamanda İslami şahsiyetlerin ve evliyaların hayatında yer alan ahlaki-manevi erdemler edebi eserlerin şekil ve ruhuna nüfuz etmişler. Aynı zamanda Peygamber efendimiz Hz.Mühammed’in (s.a.v.) ve onunla omuz omuza İslam tarihini canlı olarak çizen büyük şahsiyetlerin siması ve sahip oldukları faziletler edebi eserlerde geniş ölçüde yansımıştır.
Bununla beraber, edebi eserler gerek mazmun ve muhteva, gerek estetik birikim açısından yine İslam medeniyetinin tarihi-sosyal, dini-irfani, ahlaki-manevi ve felsefi renklerinin etkisi altında bulunmaktadır. Bu açıdan Türk İslami edebiyatın estetik malzemesinin büyük bölümünü dini ve ahlaki-manevi faziletlerin irfani ve sembolik kavramı teşkil etmektedir. İlave etmek gerekiyor ki, manevi değerler ve faziletler edebi eserlerde irfan gelenekleri aracılığı ile daha etkili ve kapsamlı şekilde ifade edilmektedir, zira irfani düşünce tavrı edebi metinlerde zengin estetik malzemenin ağırlık noktasını oluşturmaktadır.
Türk edebi metinlerinde Hz. Ali’nin simasının geniş şekilde yer alması onun yalnızca Ehl-i beyt olması nedeni veya imamet makamı ile sınırlanmaz. O Hazret İslam yolunda peygamber efendimizle omuz omuza gayret gösteren, kendi canından vaz geçmeye hazır fedakar kahraman olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Ali her şeyden önce Kur’an ve Peygamber’in belirlediği hak din yolunu ihlas ile devam etdiren şahsiyettir.
Türk İslami edebiyatta, aynı zamanda irfan geleneğinde Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin (a.s.) şahsiyeti ve onun sahip olduğu faziletler daha çok dikkati çekmektedir. Bu husus aşık edebiyatı ve destanlarda daha geniş ve kapsamlı ifade edilmiştir ve hemen sırada Divan ve halk edebiyatı ananelerini birleştiren Şah İsmayıl Hatayi (1847-1524) ve Seyyid Abul-Kasım Nebatinin (1812-1873), aşıklardan isə Kurbani (XVI yüzyıl), Abbas Tufarkanlı (XVII yüzyıl), Hasta Kasım (1684- 1760) ve Aşık Alesgerin (1821-1926) isimleri geçer.
Sonda ilave edilmesi gereken bir husus da şudur ki, İslamda, özellikle irfan geleneğinde Allah sevgisi yüce ve evrensel manevi- psikoloji güç olarak insan nefsini kötü huylarından koruyan, ona sağlam ve saf ruh veren, şahsiyetinin olgunlaşmasına büyük katkı sağlayan fazilettir. Bu sevgi ise genelde peygamber sevgisi, Hz. Ali sevgisi, Ehl-i beyt sevgisi ve insan sevgisinden ayrılmaz. Edebi eserler hemen yüce sevginin güzelliklerini ve manevi cevherini yansıtmaktadır.

Konunun Açıklaması

İnsan hayatında iki önemli unsur dikkati çekmektedir: maddi ve manevi; iki taraf arasında uyum olması yanısıra, insanın fazileti, şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü onda akıl, ruh ve manevi gücün yer almasıdır. İnsan hayatını yola benzetmek mümkündür ve bu yolu doğru-dürüst geçebilmek için onun rehber veya mürşide ihtiyacı vardır. İslam topluluklarında önce kamil mürşid görevini Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yapmış, hulafe-yi raşidinden sonra hilafet saltanata tebdil olunmuş ve buna karşılık olarak irfan geleneği zöhd şeklinde İslami değerlerin ihyası ve gelişmesi yolunda manevi hareket ve gayret olarak meydana gelmiş, zaman zaman teorik ve pratik yönlerden gelişerek İslamın düşünce ve manevi dünyasının zübdesini oluşturmuştur.
Bakara suresi, 150-ci ayette geçen “Hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayım, hem gerek ki, doğru yolu bulasınız”  ifadesinde asıl nimet doğru yola ulaşmaktı (Elmalili, Tarihsiz.c.1: 443). İslam genelde bu doğru yoldur ve ona ulaşmak için insanlara kendi içerisinden Peygamber gönderiliyor: “Nitekim içinizde sizden bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitap ve hikmet öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyler öğretiyor” (Bakara, 151).
Demek, “dinin tesirini, icrasını, uygulanmasını temin edecek bir merci, bir sahip lazımdır. O merci ve sahip de, ancak peygamberdir” (Ünal, 2012: 105). İrfan geleneğinde peygamberler insanların amellerini ifrat ve tefritten korumakla onları itidal ve “Sirat al-mustakim”a hidayet edecek zatlar olarak belirlenmişler. Bu noktada Hz.Muhammedin makamı evrensel muhtevaya sahiptir, Kur’an ayeti (Enbiya, 107) “(Ey Muhammed!), Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buna delalet eder. O Hazret nübüvvet ve velayete has bütün kemal sıfatları ihtiva etmekle ilahi hükümlerin icrasını sağlayan kamil mürşid olmuştur. Ama Peygamberden sonra müslümanların irşad görevi Allah dostlarının üzerine düşer (Lahici, 1371: 25). Elmalılı Hamdi Yazır Allah dostları konusunda geçen ayetlerin (Yunus, 62-63) tefsirine böyle açıklama veriyor: “İyi bil ki, hakikaten Allahın velileri, o Allah dostları üzerinde korku yoktur, üstelik onlar mahzun da olmazlar…. Evliyaullah unvanı, Allaha dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için bir birine destek olanlar gibi manalara gelebilir. Vilayet, muhabbet, dostluk, yardım ve vekaleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder” (Elmalılı, Tarihsiz..c.4: 494). Sonra “Yani Evliyaullah, onlar ki iman etmişlerdir ve ittika eder dururlar, tam bir iman ile ilahi emirleri ve hükümleri ifa ve icraya devam ederler. Kendilerinden Allah rızasına aykırı bir hal, bir durum sadır olmaması için dikkat ederler, her türlü haramdan ve şüpheli şeylerden sakınırlar. İşte evliyaullahın hakiki tarifi budur (a.g.e.s.495).
İrfan ehli Allah dostları sırasında öncül yer işgal etmektedir ve tasavvuf ve irfan yolu İslam yolunun devamıdır: “Bir insanın gerçekten Müslüman olabilmesi için, zihninin yanlış kabullerden, yanlış görüş ve değer hükümlerinden, kalbinin de her türlü günahlardan, kötü düşünce ve duygulardan arındırılması, bu çerçevede kendisinin  de  her  türlü  kötü  ahlaktan  kurtulup,  güzel  ahlakla bezenmesi gerektir. Bunun yolu da, İslam tarihinde daha sonra tasavvuf ve tasavvufun icra mekanizmaları mahiyetinde tarikatlar olarak adlandırılan terbiye disiplininden geçer (Ünal, 2012: 108).
Nübüvvet ve velayet arasında bağlılık vardır, yani onlar bir birini tamamlayan temel kavramlardandır.
“Bil ki, nebinin iki yüzü vardır: biri Allaha taraf, diğeri Allahın kullarına taraf; nitekim Allahtan feyz alarak kullara ulaştırıyor. Nebinin Allahtan feyz alan yüzü velayet, Allahın sözlerini kullara tebliğ eden yüzü ise nübüvvettir” (Nesefi, 1371: 315-316). Demek, İslam Peygamberi iki sıfatı birleştiriyor: nübüvvet ve velayet. “Resulullah hem nebilik, hem velilik rütbelerini kendinde birleştirmiş ve o ölçüde Allahta fani olmuş ulular ulusu bir insandır…” (Cemalnur, 2011: 173). Hucvuriye göre, “bütün zamanlarda evliyalar peygamberlerin varisidirler. Aynı zamanda bütün peygamberler velidrler, ama evliyalardan kimse peygamber olmaz” (Hucviri, 1371: 303).
İslam İlahi kanun (Şariat), manevi yol (Tarikat) ve Hakikattan ibarettir (Nasr.5). Hakikata ulaşmak için ilim ve emel bir araya geliyor, yani Kanunu bilmek ve doğru Yolu bularak ilerilemek gerekiyor. Peygamberden sonra Allah dostları manevi merci ve mürşid olarak yine o Hazretin mübarek zatını yad etmişler. Tabii ki, irfan geleneğinde silsile ve tarikatlar, onları yönlendiren şeyhler ve şahsiyetler dini-manevi isnad olarak Hz.Muhammed’i (s.a.v.) kabul etmişler ve dikkatı çeken husus ondan ibarettir ki, hemen isnad galiba Hazret-i Ali (a.s.) vesilesile Peygamber Efendimize (s) ulaşmaktadır. Şunun başlıca sebebi O hazretin zatında velayet, fütüvve, leduni ilim, aynı zamanda zengin irfani ve ahlaki faziletlerin bir araya gelmesidir. Şüphesiz, Hz. Ali’nin faziletleri uzun asırlar müslümanların ve İslam topluluklarının zihninde büyük etki bırakmış ve şu etki edebi eserlere yansımıştır. Bu etkinin büyük kısmını irfan gelenekleri ile zengin olan Türk Divan edebiyatı ve aşık şiirinde izleyebiliriz.
Şunu zikredelim ki, irfan ve tasavvuf Azerbaycana IX. Yüzyılda Horasandan yol açmış ve bu sırada ilk önce Bayezit Bistami’nin (128/803-261/874) müritlerinden olan Şeyh Ebu İshak İbrahim
  1. Yahya ve Ebu Said Abulheyir’den (375/985-440/1048) ders alan Ebu
Nasr Şirvani’nin adı geçer (Muvehhid, 1390:25-26). Burada Fütüvve ve Ahilik mesleği Anadolu’dan önce mevcut olmuş ve Ahi Abülferec Zencaninin (ö.454/1062 veya 457/1064) adı ile bağlıdır. Kaynaklarda Şeyh Sefieddin Erdebilinin onun mezarını ziyaret etmesinden söz edilir (Mübelliği,1376.c.2: 956). İrfan gelenekleri Divan edebiyatı yanısıra, aşık edebiyatının muhteva ve estetik açıdan gelişmesine büyük etki göstermiştir.
Azerbaycan aşık edebiyatı eski ozan-aşık gelenekleri ve Yesevilik ekolunun büyük etkisi altında şekillenmiştir. İslami ve irfani değerler hemen gelenekler ve ekolün aracılığı ile aşık edebiyatına ve halk destanlarına yansımıştır. F.Köprülüye göre, Hoca Ahmed Yesevi’yi takip edenler arasında edebi telakkilerinin esasını bilhassa tekkelerden almakla beraber, büs-bütün mutassavvıf sayılmayacak halk şairleri – aşıklardan söz ediliyor; onlar halkın zevkini, ruhunu daha iyi biliyorlar ve halk edebiyatından geniş ölçüde faydalanıyorlardı; böyle iken, bunların hemen hepsi Yesevi, ya Nakşibendi tarikatına mensup olduklarından, tassavvuf hükümlerine ve süluk adabına ait birçok şeyleri kulaktan öğreniyorlar ve eserlerinde bol bol kullanıyorlardı. Orta Asyadaki bütün mutasavvıf tekke şairleri üzerinde olduğu gibi, bu halk aşıkları üzerinde de Hoca Ahmed Yesevinin çok büyük ve kuvvetli tesiri olduğu pek açık ve kesindir (Köprülü, 1991: 169-170). Benzer hususu Azerbaycan aşık edebiyatında izleyebiliriz. Şunu eklemek gerekiyor ki, Şah İsmayıl Hatayinin edebi mirası Divan edebiyatı ile aşık edebiyatı geleneklerini bir araya getiriyor ve onun şiirleri Azerbaycan aşık edebiyatının gelişmesine önemli etki göstermiştir.
Önce belirtmek gerekiyor ki, İslam düşünce paradigmasında Allah, Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Ali (a.s.) ve ehl-i beyt (a.s.) gibi temel ve ortak kavramlar evrensel değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu temel kavramlar Hoca Ahmed Yesevi’nin hikmetlerinde sade dil ile beyan edilmiştir. Aynı zamanda İslam tarihinin iki önemli şahsiyeti Hz. Muhammed ve Hz. Ali birbirinden ayrılmaz: “Ali benden, ben de Ali’denim!”
Hatayi Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali arasında olan bağlılığı böyle ifade ediyor (Hatayi, 1382: 262-263):
Yakîn bil ki, Hudayidür Hatayi Muhammed Mustafayidür Hatayi, Safî nesli, Cüneyd-i Haydar oğlu Aliyyel Murtezayidür Hatayi
Kendini Allahın kulu ve Resulun ümmeti bilen Aşık Alesger Allah dostlarından olan Hz. Alini dost olarak kabul ediyor (Alesger, 1988 : 37):
Yazık Alesgerem bir kemine kul, Eskik sözü hergiz etmerem kabul! Bende-yi Hudayam, ümmet-i Resûl, Dost dutmuşam Şah-i Merdan Ali’ni
Allahın dostları olan iki zat – Hz. Muhammed ve Hz. Ali din yolunda birbirinden ayrılmaz (Hatayi, 1382: 59):
Din Muhammed dinidir, salli ala ali-tebar Kevserinden su veren şahum Alidür şahsüvar
Kevser Yüce Allahın cennette Peygambere verdiği bir nehirdir. Kevser suresi Allahın lütuf ve ihsanında pek çok hayır olduğunu zikreder. Kur’anın içerdiği bütün hayır ve faziletler Peygamber efendimize verilmiştir. “Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir.” (Bakara, 2/269) diye “çok hayır” olduğu beyan buyurulan hikmetin en yüksek derecesidir. Razi’nin açıkladığı vechile peygamberlik rütbesi uluhiyetten sonra ikinci mertebedir” (Elmalılı, Tarihsiz.c.5: 515). Kevser kavramında Kur’an’da zikredilen hayırların hepsi cem olur. “İşte Muhammed Aleyhisselam’ın şanını Kevser’le anlatan ve her yönden şükür ve hamdetmekle namaz kılıp kurban keserek Bayram yapılmaya layık müjdeleri ihtiva eden bu yüksek sure, vecizliğiyle beraber böyle birçok latifeleri ve hikmetleri içine almaktadır” (a.g.e.c.9: 539). Nehir ve su ile bağlı olan Kevser kavramı aynı zamanda Allahın feyzi anlamına geliyor. Bu ise irfan geleneğinde marifet feyzidir. Bu feyz önce peygamberlere, sonra evliyalara bahşediliyor. Hz. Aliyi mevla ve mürşid olarak kabul edenler o hazretin aracılığı ile marifet feyzi alıyorlar.
Hatayinin diğer beyitlerinde Hz. Muhammed ve Hz. Al’inin ism-i şerifleri yan yana geliyor (Hatayi,1382: 234, 250):
Hem senin tarifin etdi hem Alinin ol İlah Nişe kim sen Mustafa, ol Murtezadır, ya Nebi
***
Daima fikrimde zikrim, ya Mustafa, ya Ali, Gönlümün evinde şükrüm, ya Mustafa, ya Ali
Azerbaycan aşık edebiyatında çeşitli tabirlerle vasıflandırılan Hz. Aliin siması bir çok irfani ve ahlaki-manevi faziletleri ihtiva etmektedir:
 Ali ilim ve marifet sembolü
“Ben ilim şehriyim; Ali ise onun kapısıdır. Kim bilik isterse kapıdan girmelidir!”
Aşık Alesger diyor (Alesger, 1988: 55):
“Elestü Rabbikum” kal u beladan, Merdin Mevlasına nöker olmuşum. Sürtmüşem yüzümü hak-i payına, İlim tapup sinedefter olmuşum.
A’raf suresi, 172 ayette geçen “Elestü bi-rabbikum?” sorusu ve “Kalu bela” cavabının çeşitli tefsirleri ve yorumları vardır ve tasavvüfta bu hitap temsil yolu ile Tevhid itikadını ikrar etmek anlamına gelir. Henüz yaratılıştan önce, Ezelde kullar ile Allah arasında dostluk ahdi bağlansa da, Adem oğulları onu unutarak masiva ile meşgul olurlar. O sebepten Allah şu ahdi (misak) onlara hatırlatıyor. Aşık ezelden mertlerin Mevlası Hz. Ali’ye gönül vermiş, yüzünü onun ayak tozuna sürterek ilim tapmıştır, zira Allahın ehdine gönül veren evliyaların ve erenlerin ayak tozu kutsaldır. Hz. Ali ise evliyaların önünde gider. Aynı zamanda eklemek gerekiyor ki, Peygamberler ilmi vahiy yolu ile Allah katından alıyorlarsa, evliyalar ledüni ilim sahibi olarak ilham ve keşif ile marifete ulaşıyorlar.
Hakikatten ders alan ve tarikata yönelen Aşık Alesger kendini o hazrete göre ilimde okyanus gibi muhtevalı bilir (Alesger,1988: 106):
Ölmeyince bu sevdadan çetin dönüm usanım Hakikattan ders almışam, tarikattan söz kanım Şah-i Merdan sayesinde ilim içinde ummanım Deryaların kaydasıdır ummana baş indirir.
İrfan geleneğinde Hz. Ali marifet behrinde yer alır (Hasta Kasım, 1380: 58):
Marifet behrinde edeb-erkanda Bir yiğit isterem lam-i neng ola Atı Düldül ola kılıncı doser Dayanmaz önünde yüz peleng ola
 
  1. Alinin irfani makamı
  • İrfanda seyr ü süluk menzillerini geçmek için manevi mürşide ihtiyaç vardır (Nebati, 1372: 51):
Rah müşkil, rahnüma yok, Hızır gaib, men garip Rehmi çok bir sahib-i eltâfı gözler gözlerim
Bu açıdan Hz. Ali manevi mürşid makamına sahiptir (Hasta Kasım, 1380: 55):
Haste Kasım diyer sırrım oldu faş Mecnuna ferzendim Farhada kardeş Mürşidim Alidir, yerim Tikmetaş Murteza Alidir mana müellim
Hz. Alinin “mevla”, “merdin mevlası”, “mertlerin mevlası” gibi isimleri onun manevi mürşid makamına delalet eder. Mevla dost şeyh, veli, mürşid anlamına geliyor (Cebecioğlu, 2009: 432). Aynı zamanda şeyh ve veliye şah denir ve Hz. Ali için, Şah-i Merdan, Şah-i Necef, Şah-i Velayet gibi tabirler kullanılır (a.g.e..s.589). Aşık edebiyatında bu tür tabirlere geniş ölçüde rastlarız. Nebati diyor (Nebati, 1372: 4):
Sana kurban olum ey Hızra veren Ab-i hayat Guşe-yi çeşm ile bir bak mana, Şaha! Şaha! Hak bilir vird-i zabanım gice gündüz Sensin Senden özge mana Mevla ola, haşa, haşa!
Hz. Ali’nin “Şah-i Velayet” lakabı özellikle    dikkatçekicidir(Abbas, 1385: 99):

Ağam Şah-i Velayettir, Tamam Kur’na ayettir. O ma’den-i mürüvvettir Şifa verdi mana Mevlam
Peygamber efendimiz erenler serveri olarak kabul ediliyorsa, Hz. Ali’nin ismi de onun yanında yer alıyor (Abbas, 1385: 160):
Ay ağalar! Salli ala Muhammed Erenler serveri geldi ha geldi. Düldülün sahibi, Kanber ağası
Yer gögün lengeri geldi ha geldi. Hatayiden bir örnek (Hatayi,1382: 331):
Erenler serveri Şah-i vilayet Aldı mü’minlerin elin eline. Hanedan dostuna eyler hidayet Mü’min olanları çeker yoluna
O hazretin yüce irfanı makamının geniş vasfı Nebati’nin bir kasidesinde büyük sevgi ve şevk ile ifade edilmiştir (Nebati,1372: 29-31):
Menim alemde sultanum Alidir Menim mir-i cihanbanum Alidir Eger her kimsenin bir şahı olsa Menim de Şah-i şahanum Alidir Menim pir-i muganım Şah-i Merdan Menim saki-yi mestanum Alidir Diyor daim dilinde Hançobanı Menim her derde dermanum Alidir
  • Aşık edebiyatı ve halk destanlarında Hz. Ali “Şah-i merdan” lakabı ile bazen Hızır gibi hak aşıklarına yardım ediyor, bir sıkıntı çekerken onun mübarek ismini zikr ediyorlar. Bir kaç örneğe göz atalım. Aşık Alesger diyor (Alesger, 1988: 168):
Dar günümde yetiş dada Ya Şah-i Merdan aga Nıtk ver meydan içinde Koyma sergerdan aga. Hem Alisen, hem Velisen Hem sehisen hem seha Hemi dilde zikrim sensin Hemi ezberden aga
Hasta Kasımdan bir örnek (Hasta Kasım, 1380: 126): Hasta Kasım etme feğan
Yüreğin olmasın al kan Benim Mevlam Şah-i Merdan Men düşdüm astanasına
Hızırla beraber, Şah-i Merdan’dan yardım dilemek motifi destanlarda daha geniş yer alıyor (Destan, 2005.c.2: 145):
İsterem Şah-i Xudanı, Ağamı, Şah-i Merdanı. Men Abbası binevanı Ağlar koyan hara getdi?
Kaşem han destanından bir örnek (Kaşem, 2020: 103): Kaşem han çağırır Şah-i Merdan’ı,
El çekmez yarından dökülse kanı. Belalı meydandı sevda meydanı, Kabul eyle, hayır şer meydanıdı.
  • Destanlarda sanki aşıklara rüyada olurken Hızır veya erenlerin mevlası Hz. Ali tarafından aşk badesi veriliyor (Destan, 2005.c.1: 43):
Yatmışdım üstüme geldi erenler Sefil, ne yatmısın, oyan dediler. Oyandım gafletten açtım gözümü Al ab-i Kevserden iç kan dediler
Hz. Alinin verdiği manevi bade marifet şarabıdır (Destan, 2005.c.1:51):
Mana bade verip Hazret-i Ali,
O ne ki, buyurub, demişem “beli!”
Saki irfanda kamil şeyh ve manevi mürşid remzi olarak dikkat çekicidir ki, “Allah’tan ariflerin kalbine feyz yetiriyor; bu feyzin etkisi ile remzler ve hakikatler aşkar oluyorlar” (Tihanevi, 1996: 923). Hz. Ali hak aşıkları için feyz ve bereket çeşmesi olan Kevser’in sakisidir (Kaşem, 2020: 61):
Mülk-i aşka Kaşem olubdu bir han, Ruz-i mahşerdedir eylemez feğan. Saki-yi Kevserdir o Şah-i Merdan, İsm-i şerifine talibim, talip.
Bu yüzden Hz. Ali manevi mürşid olarak feyz ve ilham kaynağı (çeşme) sayılmaktadır, hak aşıkları seyr ü süluka hazır olmak için bu çeşmeden su, yani aşk ve marifet şarabı içiyorlar (Nebati, 1372: 54):
Çeşme-yi Mevla Ali’den su içip seyran için “Selbasar” başında bir gezmeği gözler gözlerim
Destanlarda yaygın olan motiflerden biri rüyada olurken hak aşıklarına nurani bir kişi tarafından sevgi müjdesi (buta) verilmesidir ki, bu da ifrani mana kesbediyor (Destan, 2005.c.2: 111):
Ağalar ağası, ağalar hası,
Ana Mevlam bana buta veribdir. Düldülün sahibi, Kanber ağası, Ana Mevlam bana buta veribdir
Aşık nurani zatın verdiği talime uygun uzun bir yola ve sefere çıkar, son menzile ve maşuka ulaşana kadar büyük zorluklardan ve engellerden geçer, hatta ölümden korkmaktan geri dönmez. Aşık Kurbani o nurani zatın Hz. Ali olduğunu diyor (Kurbani, 1388: 65):
Bu gün bir nurani kimseni gördüm, Elinde butası Murteza Ali.
Sıdk ile çağırsan tez yeter dada Mertlerin mevlası Murteza Ali
Şah-i Kanber ona Ab-i Kevser’den bir buta ikram ediyor
(Kurbani, 1388: 67):
Terahhum eyledi Ab-i Kevserden Onunçün geçmişem can ile serden. İstedim matlabım Şah-i Kanberden Keramet eyledi bana bir buta Azeri Türklerinin eski efasnelerinde mitoloji anlam kesb eden Hızır bazen derviş, bazen nurani ihtiyar kiyafetinde aşıklara rüyada müjde (buta) veriyor, yolunu şaşıranlara yol gösteriyor ve zor durumda olanlara yardım ediyor. Onun atının ayak tozu ise kutsal ve şifalıdır. Kur’an-i Kerimde Kehf suresinde Hızıra işaret vardır ve o, Hz. Musaya yardım ediyor. Doğrudur, peygamberlere vahiy ile Allah katından ilim veriliyor, ama Hızr’a öğretilmiş olan ilim, Musa’nın ilminden bambaşka özel bir ilimdir; buna leduni ilim denir ki, Gayıplar ilmi ve gizli ilimlerin sırrları anlamına geliyor (Elmalılı, Tarihsiz.c.5: 371-372). İrfan geleneğinde Hızır yüce manevi makam ve leduni ilim sahibi olarak evliyalara feyz veriyor ve onlara manevi süluk menzillerini geçmekte yardım ediyor. Bu açıdan aşık edebiyatı ve destanlarda Hz. Hızır ile Hz. Alinin manevi yolları birleşiyor.
Hızırla ilgili Ab-i hayat kavramı da dikkatçekicidir ve tasavvufta Allahın “el-Hayy” isminin hakikatinden ibarettir. Bu suyu içenin ölümsüz olmasına inanılır (Cebecioğlu, 2009: 28). İlave etmek gerekiyor ki, irfanda bu söz İlahi ve manevi feyz anlamına geliyor. Aynı zamanda “Ab-i hayat aşk ve muhabbet çeşmesidir ki, ondan içenler yok ve fani olmazlar” (Tihanevi, 1996: 78). Hızır ile ilgili olan Ab-i hayat kavramı Hz. Alinin ismine gelince, yerini Kur’anda geçen Kevser anlamına veriyor.
  1. Fütüvvet Makamı
Hz. Âli’nin adı fütüvve mesleğinde önemli yer işgal etmektedir. Halife Nasir Lidinillah tarafından resmi hüviyete bürünmüş ve Osmanlı döneminde toplumun sosyo-ekonomik hayatının temelinde dayanan Ahilik ismi ile faaliyet etmiştir. Genelde ise fütüvve mesleği köken itibarile Hz. Âli’ye dayanar. E. Cebecioğlu Ârif Nihad Asyadan şu beyti örnek olarak getiriyor (Cebecioğlu, 2009: 221):
Gör nûr-i Muhammed’le nübüvvet bitti Ardınca Âli göçtü… fütüvvet bitti
“La seyfe illa Zül-fikar ve la feta illa Ali (Zülfikardan başka kılıç, Hz.Aliden başka yiğit yoktur)” Cebrayil aleyhisselamın, Uhud gazvesinde gösterdiği gayret sebebile Hz.Ali hakkında söylediği rivayet edilir. Bu söz Halife Nasır Lidinillah tarafından kurulan fütüvvet örgütünün sembolü haline gelmiştir. Tasavvufta kahramanlık, cömertlik, affedicilik vb. gibi güzel huyları kendinde toplayan olgun kimseler için, fazilet hedefi Hz. Ali olmuştur” (Cebecioğlu, 2009: 390). Şu deyim edebi metinlerde önemli yer işgal etmektedir.
Şiirlerinde Hz. Alinin faziletlerini yoğunlukla vasıflandıran Hatayi’nin bir kasidesinin redifi “La feta illa Ali”dir (Hatayi,1382: 275). Şair diğer şiirinde diyor (a.g.e.: 274):
Hara varsan, ey Hatayi, sen bu lafzı söyleğil, “La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar”.
Şefiül-müznibin Hak’dan Muhammed Mustafa geldi, Cihan ehline fahr olsun onun tek mücteba geldi.
Dinin aşkına koyan baş erenler serveri şahum, Eline Zülfikar almış Aliyyel Murteza geldi.
Nebati bir gazelinde bu deyimle beraber, Hz. Alinin diğer faziletlerini çeşitli tabirlerle dile getiriyor (Nebati, 1372: 57):
Ya Ali! Ya İlya, Ya Bul-Hasan, ya bu Turab Şir-i Hak bir kudret-i Yezdanı gözler gözlerim La Feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar
Siyhe-yi Düldül felek-cevlanı gözler gözlerim Ma’den-i fazl ü keramet, manbe’-i cud u kerem Şah-i alem Hace-yi Salman’ı gözler gözlerim Ey erenler serveri, ya şah-i derya-del Ali
Mehr-i rahşan bir meh-i tabanı gözler gözlerim
Kaynaklarda Hz. Ali’nin yiğitliği, mertliği ve cömertliği önemli ahlaki-manevi faziletler gibi dikkati çekmektedir. Yiğitlik konusundan bahsederken tabii ki, Düldül ve Zülfikar isimleri geçer (Nebati, 1372: 5; Abbas, 1385: 35):
Kanbere çaker olan kaysere baş indirmez Neçidir mehter olan Düldüle Dara, Dara!
Benim ağam Şah-i Merdan Alidir Elinde Zülfikar ay çıkar çıkar
Edebi eserlerde ve aşık şiirinde Zülfikarın vasfı önemli yer işgal etmektedir. Aşık Alesgere göre, Muhammed ümmetinin kurtuluşu için Hz. Ali’ye ve onun Zülfikarına ihtiyac duyulmaktadır (Alesger, 1988: 62):
Alesger destini üzme damandan İste matlubunu Sahib-zamandan!
Muhammed ümmeti çıkmaz zindandan, Ta ki ağam Zülfikarı çekmeye
Hz. Ali Zülfikarı ile ümmetin rehberi gibi zor durumda onun imdadına geliyor (Abbas, 1385:161):
O kimdir çıkıban minberde durdu, Çekti Zülfikarı kafiri kırdı.
Gögün melekleri saf çekti durdu Ümmetin rahberi geldi ha geldi
Destanlarda zor durumda olan kahramanlar kurtuluş sembolu olan Hz Ali’yi ve Zülfikarı anıyorlar (Destan, 2005.c.2: 145):
Zülfikarı çekti taşa,
Bir cüt bulak çıkdı goşa. Ejdehanı baştan başa Bölüp soyan hara getdi?
Destanlardan başka bir örnek (Destan, 2005.c.2: 111):
Menim ağam Şah-i Merdan Alidir, Hükm eylese düşman bağrı eridir
Tabii ki, Zülfikar savaş meydanında kullanılıyor ve İslam ise barış ve anlaşma dinidir. Ama müslümanların toprağı işgale, namusu ve emniyeti tecavüze uğrarken, onların kendi haklarını savunması için düşmanla savaşa el atmaları tabiidir. Bu açıdan Hz. Alinin Zülfikarı adalet, cesaret ve yiğitlik sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır (Kaşem, 2020: 146):
İntizarda mahluk, geler bir imam, Çeker Zülfikarı alar intikam.
Düşman zelil olar, dostlar şadman, Var böyle Zülfikar çalanım menim.

Sonuç

İslamdan sonra gelişen Türk edebiyatı genelde din, dil ve sosyal-medeni birlik üzerinde ortak hüviyete sahip olmuş, bu arada divan edebiyatı yanısıra, aşık şiiri ve destanlar ile birlikte İslami değerlerin yoğun etkisi altında şekillenmiştir. Aslında edebi eserlerde eski Türk gelenekleri ile İslami ilkelerin bir araya gelmesi irfan mesleğinin aracılığı ile daha etkili olmuş, bu ise söz konusu eserlerin muhteva ve estetik açıdan daha da zenginleşmesi ile sonuçlanmıştır. Aynı zamanda Türk edebiyatında büyük İslam şahsiyetlerine has faziletlerin yer alması dikkatçekici hususlardandır. Bunlar arasında Hz. Ali’nin ismini özellikle zikredebiliriz.
Azerbaycan aşık edebiyatı ve halk destanlarında Hz. Aliye has ahlaki-manevi faziletlerin irfani ve sembolik kavramlarını kısaca şöyle özetlemek mümkündür:
  1. İlim ve marifet
  2. İrfanda manevi mürşid makamı
  3. Evliya ve erenlerin mevlası
  4. Fütüvvet makamı (ihlas, mertlik, cömertlik, fedakarlık ve cesaret)
Şah İsmayıl Hatayiden sonra gelişme gösteren aşık edebiyatı ve destanlarda (Kurbani, Aşık Abbas, Hasta Kasım, Nebati, Aşık Alesger ve b.) yukarıda sözedilen faziletlerin çeşitli ifade üsluplarını görebiliriz.
Konu ile ilgili önemli bir hususa da değinmemiz gerekiyor ki, Hz. Aliye has yiğitlik, mertlik, adalet, cömertlik, ihlas ve diğer güzel ahlaki-manevi faziletleri eski Türklerin düşünüş ve davranış üsluplarında izleyebiliriz ve bu nedenle o hazretin Türklerin zihniyetinde yüce manevi makam kesbetmesi tabiidir.
Kaynakça
  1. ABBAS, (1385). Şiirler. Toplayan: Aşık Hüseyin Sai. Düzenleyen: Muhammed Alipur Mukaddem. Tebriz: Zarkalem.
  2. (1988). Seçilmiş eserleri. Bakı: Yazıcı.
  3. CEBECİOĞLU, (2009). Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözluğu. Ankara:Ağaç Kitabevi Yayınları.
  1. CEMALNUR, (2011). Can-I Candır Hz. Ahmed Muhammed Mustafa. İstanbul: Nefes yayınları.
  2. DESTAN (2005). Halk Destanları. 1-2. Bakı : “Cırak” neşriyat.2005
  3. DİVLEKCİ, (2016). “Ali b. İsa er-Rummânî’nin (Ö.384/994) I’câz anlayişi”. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 35, s.7-54
  4. (tarihsiz) Hak dini Kur’an dili. Elmalılı M. Hamdi Yazır. İstanbul. Umut matbaası.
  5. HASTE (1380). Eserleri. 1-ci cild. Toplayan: Tikmetaşlı Hüseyin Siyahı. Tebriz: İntişarat-i Yaran.
  6. HATAYİ, İ. (1382). Külliyat. Elmi-tenkitli metin: Mirza Resul İsmayllzade. Tahran: Elhuda.
  7. HUCVİRİ, A (1371). Keşfül-Mahcub, Tashih: Valentin Jukovski, Kitabhane- yi Tuhuri, Tahran.
  8. KAŞEM (2020). Kaşem han ve Gülistan hanum (Yazma destan örneği). Giriş, araşdırma ve basıma hazırlayan: Ali Mehmetbağır oğlu.Bakı: İlim ve tehsil.
  9. KÖPRÜLÜ, M.F. (1991). Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar. /Gerekli sadeleştirmeler ve bazı notlara ilavelerle yayımlayan: Orhan F. Köprülü Ankara. Diyanet İşleri Bakanlığı.
  10. KURBANİ (1388). Aşık Şiirler. Toplayan: Muhammed İbadi Karahanlı (“Alışık”). Tebriz: Ahter.
  11. LAHİCİ, Ş.M. (1371). Mefatihül-i’caz fi şerh-i Gülşen-i raz, Tashih ve talikat: Muhammed-Rza Berzger Haliki ve İffet Kerbasi. Tahran. İntişarat-i Zavvar.
  12. LEVEND, S. (2009). Türk Edebiyatı Tarihi. 1.cilt. Giriş. Ankara: TTK Basımevi.
  13. MÜBELLİĞİ, (1376). Tarihe-sufi ve sufigeri. Tahran: İntişarate-Hürr.
  14. MÜVEHHİD, (1390). Seyri der tasavvuf-e Azerbaycan. Tahran: Tuhuri.
  15. NEBATİ, A. (1372). Divan-i Türki. Tedvin eden ve izahlar: Dr.Hüseyin Muhammedzade Siddik. Tebriz: Ehrar.
  16. NESEFİ, (1371). Kitab ul-insan-ül kamil. Tashih: Macijan Müle. Tuhuri. Tahran.
  17. TİHANEVİ, (1996). Keşşafi-istilahati-fünun val-ulum, Nakala an-Nass al- Farsiye ilel-arabiyye: Abdullah al-Halidi, Maktabatul-Lobnan Naşirun, Beyrut.
  18. ÜNAL, A (2012). Kur’an’da Temel İstanbul. İşık Akademi Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ulisam

ulisam 2023 logo emblem color

Yenileniyoruz!